Kadın
En son güncellendiği tarih: 25 Ara 2020
Soğuk…Kasım soğuğu hem de, bıçak gibi keskin, çokça hüzünlü…Buna rağmen hava rüzgarsız, Kadıköy iskelesinin hemen karşısında boylu boyunca uzanan ağaçlar sadece yalnızlıkla savruluyor. Sonbahar aylarının kendine özgü o kokusu var havada. Ya daha şimdiden sobasını yakmış evlerden yükselen odun kokusu bu, ya da restoranlarda pişen yemeklerden geliyor. İki şekilde de baş döndüren bir yanı var. Geçmişi anımsatıyor biraz, soba üstündeki mandalina kabuklarının verdiği huzuru getiriyor insanın aklına. Sahil şeridi arabalarla dolu lakin insanlar gidecekleri yere o kadar odaklanmış ki kimse denizin tatlı dalgalarına kulak asmıyor. Halbuki yaz aylarında olduğundan bile daha güzeldir Kasımda deniz. Kadıköyden Moda’ya uzanan bir bina var, ne zaman oradan geçsem anıt gibi karşıma dikiliyor. Kafamı kaldırıp bakmaya korkuyorum altın panjurları üstüme kapandığından beri. Özellikle bu soğuklarda gelince daha da ürkütücü oluyor bir zamanlar sığınmayı seçtiğim yere şimdi ürkekçe bile bakamamak. Bir zamanlar…Bir zamanlar…Şimdi üstümde kalın bir mont ve dudaklarımda adın,garip bir tatla, parmak uçlarıma düşen kar tanelerini sayıyorum. Denize arkamı dönmüşüm tahta bankın köşesinde, kendimi bir parça sığıntı gibi hissederek. Bakışlarımı dahi yukarı kaldırmıyorum, bir kaza olur da pencerede görürsem diye. Ya alamazsam gözlerimi geri… Çocukça bir düşünceye kapılıyorum birden. Yılbaşı yaklaşıyor, her yere ışıklar asılmaya başlamış. Yine heyecanlanıyorum sonra, bu yıl da bitti diye geçiyor içimden. Bir yıl daha bitti. Ama kutlamaların getirdiği yabancı huzursuzluk hissini atamıyorum bir türlü içimden. Gözlerim hala yerde, aklım bambaşka bir yerde. Arada soğuk tenime batıyor, öyle kısa anlarda gerçek dünyaya dönüyorum. İster istemez tanıdık bir gülümseme arıyorum etrafta, tanıdık bir gülümseme için şimdi nelerden vazgeçerim diye düşünüyorum. Sokak çalgıcısnın sesinden can yakan bir şarkı duyuluyor, sanki bugün tüm insanlar birer ağaç, yalnızlıkla savrulma hevesi var içlerinde. En başta ben varım, savrulmadığım tek sonbahar yerini kara kışa bırakmış. Renkleri arıyorum. Burnuma tarçın kokusu geliyor. Renkleri arıyorum. Dudaklarım sızlıyor tarçın tadıyla. Oysaki çok geç öğrendim sana ait olan koku senin bile değilmiş aslında. Yok yok, olmaz böyle. Kahveler sensiz hiç çekilmiyor, artık parmaklarıma düşen kar taneleri de eridi. Düşüncelerim bir çığ gibi büyüyor, kar sadece kıskanmakla yetiniyor.
Oturduğum yerden kalktım, karanlık öyle yoğundu ki şu şen şakrak ışıklar da olmasa altın panjurları gözden kaybedecektim. Her zaman selam verdiğimiz vapurları geçene kadar yürüdüm. Boğazımı düğümleyen şarkı bitmek bilmiyordu. Gölgen önüme düştü ansızın, gözlerini bulana dek kafamı kaldırdım. Pencerenin buğusu ardında birkaç tel saçına rastladım, omzunda bir el. Kadın. Mandalina kokusu kesildi sonra, rüzgar yeniden esti ama hiçbir ağaç kımıldamadı, panjurların gümişi bir renk alırken gülümsememi tutamadım. Omzundaki elin üstüne bir öpücük kondurmanı seyrettim. Kadın. Bakışlarımı tekrar sahile çevirdim. Korktum, bir öpücük daha konduracaksın kadının parmak uçlarına diye. Cemal Süreya dizeleri geçti aklımdan, tonlarca... Seven bir kalbi yüzüstü bırakmak ihaneti bana aitti, bana ait olmayan tek şey kadının parmak uçlarıydı.